Modern sanattaki soyutlamanın İslam anlayışına uygun olduğu görüşünde olup yaşamı boyunca bunu savunmuş bir şairdir. Hem geleneksel şiire yaklaşmış hem de çoğu şiirini modern bir dille kaleme almıştır.
Sadece kendi coğrafyasını değil, aynı zamanda tüm dünyayı düşünen ince ruhlu yapısıyla öne çıkar. Sezai Karakoç, kendi adıyla özdeşlemiş “Diriliş Hareketi”nin fikir babasıdır. Ünlü şair, varlığını tanımlamada İslamiyet terimini kullanmıştır. Çağın İslam’a uyması gerektiği görüşünü savunmuştur.
[renkbox baslik="Didem Madak Kimdir? Hayatı, Şiirleri ve Sözleri" link="https://bilgihanem.com/didem-madak/" resim="https://bilgihanem.com/wp-content/uploads/2019/04/didem-madak-kimdir-hayati-siirleri-ve-sozleri-1024x597.jpg" renk="pembe" yenisekme="evet"][/renkbox]
1983 yılında çok sevdiği Necip Fazıl’ın ölüm haberini alarak hayatında hissettiği en büyük kederlerden berini yaşamıştır. Duyduğu derin üzüntüyü “…Ve yüzyılımıza şeref olan şiir saati durdu...” deyip ardından susarak anlatmıştır. Aşağıda ünlü şair Karakoç’un hayatını, eserlerini ve birkaç değerli sözünü bulacaksınız.
Sezai Karakoç Kimdir?
Türk şair, yazar, mütefekkir ve aynı zamanda siyasetçidir. Türk edebiyatında İkinci Yeni şiiri denilince ilk akla gelen isimlerdendir. Tevazu ve beyefendiliğiyle öne çıkar.
Sezai Karakoç, gerek düşünce ve yaşam tarzıyla gerek şiirleri ile Türk edebiyatına birçok katkıda bulunmuştur. Türk şiirinin adeta yaşayan efsanesidir. Özellikle Monna Rosa ile anılmıştır.
Mütevazı kişiliğinden ötürü sanatta yükseldiği yer konusunda bir ego taşımamış, çoğu zaman layık görüldüğü ödülleri bile kabul etmemiştir. O sadece, ödüle layık görülmüş olmanın mutlu eden kısmıyla ilgilenmiştir.
Karakoç’un yakın dostu Cemal Süreya, ünlü şairin şiirlerine hakim olan mistik havadan ötürü ona “Sezo” diyordu. Aynı zamanda onun için “Mehmet Akif ve Necip Fazıl karışımı şair” tanımlamasını kullanmıştır.
22 Ocak 1933 tarihinde Diyarbakır, Ergani’de dünyaya geldi. Annesi Emine Hanım ve babası Yasin Bey doğduğunda ona Muhammed Sezai adını verdi. Fakat Nüfus Müdürlüğü’nde meydana gelen bir yanlışlık yüzünden çocuğun ismi Ahmet Sezai olarak kaydedildi.
Sezai Karakoç’un Hayatı
Karakoç’un doğum günü nüfus kaydında 22 Ocak olarak görünmesine rağmen asıl doğum gününün Mayıs ayı içinde olduğu bilinmektedir. Bu konuyla ilgili annesi Emine Hanım, oğlu Sezai’nin doğduğu zamanı Gülan ayında bir gün olarak tanımlamıştı.
Gülan, Mayıs ayının eski dilde söylenişiydi. Güllerin açtığı ay anlamına geliyordu. Sezai’nin doğumu zorluklarla mücadele eden bir toplumun içinde toparlanmaya çalışan ailesine yeni bir umut, bir nefes ve bahar gibi gelmişti.
Çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçti. Ünlü şairin ismi de eskilerin güzellemesinden geliyordu. “İsim semadan gelir” diyen eskilere göre, herkesin adı bir ilahi armağandı. Böylelikle Kur’an-ı Kerim açıldı ve ismi koyuldu.
Her bebeğin bir adı, bir de mahlası olurdu. Buna göre adı Muhammed, mahlası ise Sezai idi. Fakat resmi kayıtlarda adı Ahmet Sezai olarak görünüyordu.
Zülküf Dağı’nın eteğinde bir küçük kasabanın, Ergani’nin ortasında bir evde hayata gözlerini açmıştı. Tüccarlık yapan babası Yasin Bey, 1. Dünya Savaşı esnasında Kafkas Cephesi’nde savaşırken Ruslara esir düşmüştü. Orta halli bir aileydiler.
Annesi Emine Hanım ise ev hanımıydı. Ailenin birden fazla evi olmasına rağmen maddi sıkıntıya düşünce Yasin Bey hepsini satmak durumunda kaldı.
Sezai henüz ki yaşını bitirmeden ailecek bakırdan bir kasabaya, Maden’e taşındılar. Burada oturacakları ev oldukça yüksek bir tepedeydi. Ve bu ev hakkında yerlilerin dilinde dolaşan bir efsane vardı. Tepedeki o ev, cinliydi. Bu varlıklar küçük Sezai’ye musallat olup onu rahatsız edeceklerdi.
Ünlü şair, bir gün odada yarı karanlıktayken, süslü kıyafetlere bürünmüş bir cin gördü ya da gördüğünü sandı. Sonradan anımsayabildiği kadarıyla düğün yapan veya gelin götüren birilerini gördüğünü söylüyordu.
Küçük yaşından dolayı aklı fazlasıyla karışan Sezai, gördüklerinden oldukça etkilenmişti. Bu olay sanat yaşamını da etkiledi. Ona göre aldığı ilk sanat algılarıydı.
Çünkü mistisizm konusunda ona verilen ilk işaretti. İleride çocukluktan çıkıp edebiyata soyunduğunda, yaşadığı bu mistik olay ve Maden kasabası hafızasında kalacaktı.
İlkokul ve Ortaokul Yılları
1938 yılında Ergani’de ilkokul öncesi verilen 3 aylık ihtiyat sınıfı ile eğitim hayatına başladı. 1944’te ise yine Ergani’de ilkokulu tamamladı.
Ardından ücretsiz bir yatılı okul olan Maraş Ortaokulu’na kaydoldu. Maraş, onun çocuk yüreğinin alevlendiği yerdi. Bu şehrin tanımı onun için farklıydı.
Okula geldiğinde ise hayatında ilk kez kaloriferli bina görmüştü. Hayatında gördüğü ilk zeytin ağacıyla da yine burada tanışmıştı.
Sanat da tam bu sıralarda hayatına yavaş yavaş girmeye başlamıştı. Az miktarda olan harçlığı onun kitap sevgisine engel olamıyor, sürekli yeni kitaplar satın alıyordu.
Henüz ortaokula giden küçük bir çocuk olmasına rağmen divan şiirleri ve bendnameler ezberliyordu. Mesnevi’yi anlamaya çalışıyordu. Bu durumu kendi deyimiyle “çok erken bir uyanma” olarak tanımlıyordu.
Lise Yılları
1947’de ortaokul eğitimini başarıyla tamamlayan Sezai, yine aynı şekilde ücretsiz ve yatılı olarak lise hayatına başladı. Bu kez Gaziantep’te idi. O yıllarda oldukça disiplinli ve kendi halinde bir gençti.
İlgi alanlarını da değiştirmeye karar verdi. Divan şiirlerinden sonra Batı Edebiyatı’nı incelemeye koyuldu. Shakespeare’in piyeslerine özel ilgi duyuyordu. Bu ilgisi, Andre Gide’nin Dünya Nimetleri’ni, Dohame’mi, Verter’i ve daha nicelerini takip etti.
Ölümle lise yıllarında tanışan Sezai, lise yaz tatiline girdiği sırada bir sınıf arkadaşıyla birlikte memleketine dönmek için trendeydi. Yolculuk sırasında karşılaştıkları bir tanıdıkları ismini vermediği bir yakınının ölüm haberini verdi.
Sezai’nin gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Kimin öldüğü söylenmemesine rağmen o, bu kişinin askerdeki ağabeyi olduğunu anlamıştı. Ağabeyinin ani ölümü onu derinden üzdü.
Necip Fazıl’a Mektup Yazması
Sezai Karakoç lise dönemlerinde Necip Fazıl’a ve Büyük Doğu’ya ilgi duyuyordu. Bir gün tüm cesaretini toplayıp Necip Fazıl’a bir mektup yazdı.
Mektubun içine Mehmet Levendoğlu imzasıyla “Sabır” adlı şiirini ekledi. Henüz 16’sında olan Sezai’nin şiiri 300 şiir arasından birinci seçildi ve dergide yayımlandı.
İlk Aşkı
Sezai Karakoç ve Cemal Süreya, lisede aynı sınıftaydı. Muazzez Akkaya da bu sınıfta okuyan güzel bir kızdı. Bir zaman sonra Sezai, Muazzez’e büyük bir tutkuyla aşık oldu. Ona iltifatlar edip kitaplar hediye ediyordu.
Sezai’nin genç kıza duyduğu bu büyük aşk ona şiirler yazdırıyordu. Monna Rosa ve Ping-pong Masası adlı iki büyük eserini bu dönemde oluşturdu.
Özellikle Ping-pong Masası, bu aşkı fiziken de kanıtlıyordu. Çünkü sevdiği kız o dönemler pingpong oynuyordu. Fakat önemli olan bir detay vardı ki o da Cemal Süreya’nın da aynı kıza vurgun olmasıydı.
Üniversite Yılları
Ünlü şair, 1954 yılında liseden mezun oldu. Daha sonra felsefeye merak saldı ve felsefe okuma isteği onu İstanbul’a sürükledi. Fakat babası onun İlahiyat Fakültesi’ne girmesini istiyordu.
Genç Sezai, kendi maddi imkanlarının okul için yetersiz kalacağını biliyordu. Fakat okuma isteğinden vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. Bunun üzerine ücretsiz yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin sınavına girdi.
Eğer sınavı kazanamazsa felsefe tahsili yapacaktı. Sonuçların açıklanmasını beklerken felsefe için kaydını yaptırdı.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazandı. 1955 yılında fakültenin mali şubesinden mezun olarak yükseköğrenimini tamamladı.
İş Hayatına Atılması
Üniversiteden mezun olur olmaz, mecburi görev nedeniyle Maliye Bakanlığı’nın Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi Bölümü’ne getirildi. Daha sonra maliye müfettişliği sınavına girdi.
Bu sınavdan başarıyla geçen Sezai, 11 Ocak 1956’da müfettiş yardımcısı olarak göreve başladı. 1959 yılında İstanbul’da Gelirler Kontrolü idi.
Bir dönem Ankara’ya çağrıldı ve Yeğenbey Dairesi’nde görev yaptı. Fakat kısa süre sonra İstanbul’a tekrar getirildi. Hem geziyor hem çalışıyordu.
İşi sayesinde Anadolu’nun pek çok farklı yerini karış karış gezme fırsatı yakaladı. Yaptığı tüm bu gözlemleri şiirlerinde kullanacaktı.
6 Ocak 1959 tarihinde Sirkeci Faciası’ndan yaralı olarak kurtulmasını ardından şiir kitabını basıma hazırlanıyordu. Fakat tüm şiirlerini basmaya parası yetmeyeceği için onları ikiye ayırmaya karar verdi.
Metafizik ve ferdi tarzda olanları arkadaşları Doğan Yel ve Cafer Canlı’dan borç alarak yayımladı. Uğruna kandan elbiseler giydiği kitabına “Körfez” adını verdi.
İstanbul’daki görevine askerlik nedeniyle 1960-1961 yıllarında ara verdi. Askerliği bitince tekrar görevi başına döndü. 1965’ten 1973’e kadar çok kez istifa etti. 1973’ten sonra bir daha resmi bir görev almadı.
Sezai Karakoç'un Edebi Kişiliği
Türk edebiyatına kazandırdığı eserlerle birçok ödüle layık görülen usta şair, İkinci Yeni şairleri arasında kendine has imgelerle, mistik ve İslami içeriğe yer veren şiirleriyle bilinmektedir. Din ve inancı ile fizik ötesi kaygıları yenmeyi başarmıştır.
Anlatımında görülen kapalılık ve karanlık imaj evreninden dolayı İkinci Yeni şairleri arasında gösterilmektedir. Eserlerinde ölüm, İslami terimler ve kadına sıkça değinmiştir.
Şiirlerinde kutsal kitaplardan alıntılar yapar ve bunları çağdaş bir dille okuyucuyla buluşturur. Bilgi birikimi bakımından zengin bir şairdir.
İlk şiirlerinde hece ölçüsünü tercih eden şair daha sonra serbest ölçüye geçmiştir. 1952 yılında kaleme aldığı Monna Rosa adlı eseri edebiyatımızın unutulmaz aşk şiiri olmuştur. Çok sayıda okuyucunun beğenisini kazanarak bir rekora imza atmıştır.
Şiir Yazmaya Başlaması
Yaz tatili geldiğinde Sezai, Ergani’ye döndü. Tüm dönemi Divan şiirleri ezberleyerek bitirmişti. Bir arkadaşı savaşın bittiğini söyleyerek ona bir gazete uzattı.
1945’in Ağustos ayında atom bombası atılmış ve savaş bitmişti. İşte bu yaz tatillerinin birinde, ilk şiirlerini yazmaya ve ilk eserlerinin temellerini oluşturmaya başladı.
Sanatçı olmak gibi bir hayali ya da isteği de yoktu. O, bilim yolunda ilerlemeyi istiyordu. Fakat hayat onu zamanla edebiyatın en ünlü isimlerinden biri yaptı.
Monna Rosa Şiirinin Ünlenmesi
20 Nisan 1952’de sınıfça düzenlenen bir gezi düzenlendi ve o sıralar Sezai 19 yaşındaydı. Arkadaşları, ona Monna Rosa’yı okuması için ısrar ettiler. Onları kırmayan Sezai, şiiri okudu.
Bir üst sınıftaki arkadaşı Cevat Geray, bu şiiri Sezai’den yazılı olarak istedi. Bunun üzerine şiiri Sezai’den habersiz Hisar Dergisi’ndeki arkadaşlarına gösterdi.
Geray, Hisar Dergisi’nden beklediği ilgiyle karşılaştı. Monna Rosa, Hisar’da yayımlanmış ve büyük beğeni toplamıştı. Şiir daha sonra da Mülkiye Dergisi’nde yer aldı.
Aşk Acısını Şiire Dökmesi
Sezai Karakoç, tekrar aşık olmuştu. Tıpkı doğduğu zaman gibi aylardan Gülan (Mayıs) idi. Sevdiği bu kadınla hayatını birleştirmek istiyordu. Bunun üzerine babasına nişanlanmak istediğini belirten bir mektup yazdı.
Fakat babası, bu ciddi adıma karşı çıktı. Büyük bir yıkıma uğrayan Karakoç, hislerini şiire dökmeye karar verdi. “Rüzgar” adını verdiği bu şiiri ile birlikte bir daha hiç açmamak üzere evlilik konusunu kapattı.
İkinci Yeni Şiirine İsim Babalığı Yapması
Çok iyi iki dost olan Sezai Karakoç ile Cemal Süreya işleri gereği bir dönem farklı şehirde yaşamak durumunda kaldılar. Sürekli mektuplaşıyorlar, birbirleriyle fikir alışverişi yapıyorlardı.
Sezai, Cemal Süreya’ya “Balkon” adlı şiirini yolladı. Çünkü kim ne zaman yeni bir şiir yazsa, hemen diğerine postalıyordu. Cemal Süreya, Karakoç’un bu şiirini çok beğenmişti.
Birkaç gün sonra dayanamayarak şiiri Pazar Postası adlı dergiye vermişti. Cemal Süreya’nın bu hareketine oldukça sinirlenen Karakoç, arkadaşına çok sert bir mektup yazdı.
Fakat birkaç gün sonra yazdığı mektup kendisine geri döndü. Çünkü öfkesinden Cemal Süreya’nın adresini eksik yazmıştı.
Daha sonra bir mektup daha yazarak, bunda adresi yanlış yazdığını bu nedenle sert dille yazdığı mektubun ona ulaşmadığından bahsetti. Bir daha böyle bir davranış yapmamasını dile getirdi.
Cemal Süreya’nın bu davranışı her ne kadar Karakoç’un öfkelenmesine sebep olsa da ona yeni yollar açacaktı. Muzaffer ilhan Erdost, bir süre sonra Garip Akımı’na karşı yeni bir şiir akımının oluştuğunun haberini verdi.
Bu yeni akımın isim babası Sezai Karakoç olacaktı. “İkinci Yeni” olarak kararlaştırılan bu akımın şiir üslubu Karakoç’a göre “Yeni-Gerçekçi Şiir” olarak anılmalıydı.
Edebi Çalışmaları
Sezai Karakoç, 30 yaşındayken bir dergi kurmayı düşünüyordu. Bunun üzerine 1960 yılında İstanbul’da Diriliş Yayınları ve Diriliş Dergisi’ni kurdu.
Fakat dergi, 27 Mayıs 1960 darbesi nedeniyle sadece iki sayı çıkarabildi. Daha sonra kaldırıldı. Şair, ilerleyen dönemlerde Diriliş Dergisi’ni daha kapsamlı bir şekilde çıkarmak için uğraşacaktı. 1988’e kadar ara ara kapanıp açılarak varlığını korudu.
Ünlü şair, 1961-1964 yılları arasında Pazar Postası, Yeni İstiklal dergilerinin içeriklerine katkıda bulundu. 1964-1967 yılları arasında ise Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Dergisi’nde şiir, eleştiri ve denemelerini okuyuculara sundu.
1990 yılında ise Diriliş Partisi’ni kurdu. Partinin amblemi güller açan gül ağacıydı. 7 yıl boyunca partinin başkanlığını üstlendi. Üst üste iki kez genel seçime gidemediği için 19 Mart 1997’de parti kapatıldı. 2007 yılında Yüce Diriliş Partisi’ni kurdu.
Şair, 2007 yılının Nisan ayından başlayarak uzunca bir süre her cumartesi akşamı, Yüce Diriliş Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda değerlendirme konuşmaları yapmıştır. Bu konuşmaları partinin internet sitesinden canlı olarak yayınlanmıştır.
Emeklilik Yılları ve Aldığı Ödüller
Memuriyet hayatına son verip emekli olduğunda yetersiz maddi imkanlarıyla dergi ve gazete çıkarmaya başladı. Eserlerinin kendi yayınevinden başka yerde yayımlanmasını istemiyordu.
1968 yılında MTTB Milli Hizmet Madalyası, 1970’de Sürgün Macar Yazarlar Gümüş Madalya Ödülü, 1982’de Yazarlar Birliği Hikaye Ödülü, 1988’de Türkiye Yazarlar Birliği Üstün Hizmet Ödülü, 1991’de Dünya Kültür ve Sanat Akademisi Ödülleri’ne layık görüldü. Fakat bunların hiçbirini kabul etmedi.
Hayatı boyunca kabul ettiği tek ödül ise, Macaristan ve Polonya’nın işgali sonucu yazdığı itiraz şiirinin yurt dışında ses getirmesi ve bunun sonucunda Macar edebiyatçıların bu şiirden haberdar olmasıyla ilgilidir. Bu şiiri ödüllendirmek isteyen Macar edebiyatçılar Karakoç’a bir ödül verirler. Ödül, şair tarafından kabul edilir.
Sezai Karakoç’un Şiirleri
Şairlik hayatına genç yaşta adım atan Sezai Karakoç, sonraları şiirle ilgili görüşlerini ve şiir anlayışını da yazmaya başladı. Bu konudaki görüşlerinden oluşan 3 kitabına “Edebiyat Yazıları” adını verdi.
Türk şiirinde kendine özgü tarzıyla edebiyatın en önde gelen şairlerinden olmayı başaran Karakoç’a göre şiirin genel çizgileri, “Pergünt Üçgeni” dediği üç ilk ile belirleniyordu. Norveçli yazar Henrik İbsen’in en ünlü oyunlarından Peer Gynt, Sezai Karakoç tarafından şiire uyarlanmıştı.
Ünlü şairin üç kuralına göre; şair kendi kendisi olmalı, şair kendine yetmeli ve şair kendinden memnun olmalıydı. Karakoç’un şiiri Türk şiiri geleneksel yapısına göre metafizik bir şiirdi. Hayatı boyunca birçok şiire imzasını atan Karakoç’un en ünlü birkaç şiirini ele aldık:
Günümüzde yaşananları mistik bir dille tasvir eder. Adeta şairin manevi kürsüsünden bir vaaz gibidir. Aynı zamanda bir tarihi yoklayıştır.
Şairin 6 Ocak 1959’da bir kıraathanede Sirkeci Facia’sına tanık olmasıyla doğan bu şiir; çözülen ayakkabı bağlarından çay bardağını tutan parmakların gücüne kadar her şeyi betimler. Karakoç, ölümün ve annesinin hatırası arasında hissettiği yoğun duyguları bu şiirinde dile getirmiştir.
Ölüm temasının işlendiği bu şiirinde, hayatın gerçekleriyle ve ölümü birleştirmiştir. Doğa olaylarını da tasvir eder ve ölümü bir dirilişe benzetir. Yine İslam inancına yer vermiştir.
Gerçek duyguların ve gerçek bir aşkın hikayesi olan bu şiir, şairin lisedeki büyük aşkına yazılmıştı. Karakoç’a göre Leyle ile Mecnun’un modern bir denemesiydi.
1953 yılının Mart ayında yazılmıştır. Bulunduğu kitaba adını vermiş bir eseridir. Hayata atfettikleri değerler birbirinden farklı olan farklı kutuplardaki insanları anlatır.
[renkbox baslik="Sait Faik Abasıyanık Kimdir? Hayatı ve Eserleri" link="https://bilgihanem.com/sait-faik-abasiyanik-kimdir/" resim="https://bilgihanem.com/wp-content/uploads/2018/06/sait-faik-abasiyanik-hayati-hakkinda-bilgi-1024x597.jpg" renk="siyah" yenisekme="hayir"][/renkbox]
Sezai Karakoç’un Sözleri
Oldukça parlak bir eğitim hayatı geçirmiş, eserleriyle çeşitli dergilere katkıda bulunmuş, onlarca şiir yazıp Türkiye’de ve dünyada pek çok sanat ödülüne layık görülmüş Sezai Karakoç’un şiirleri kadar sözleri de ün kazanmıştır. İşte ünlü şaire ait birkaç anlamlı söz:
Eserlerinde de İslam inancını temel alan ve bunu modern şiire uyarlayan bir şair olarak Karakoç, bu sözünde de Allah inancından bahsetmiştir. Yaratana inananın özgür olabileceğine değinmiştir.
Zorluklarla mücadele etmenin her zaman bir ödülü olduğunu dile getirdiği bu sözünde, azimli olmaya değinmiştir. Her gündüzün gecesini yolumuza çıkan bir engele benzetirsek, katlanılan bu zorluğa ödül olarak ertesi gün güneş açar.
Eserlerinde tarihten de oldukça yararlanan şair, tarihi gerçeklerin varlığı ve bu gerçeklere karşı açılan savaşlardan, baş kaldırımlardan söz etmiştir. Tarih ile hayatı kıyaslamıştır.
1953 yılının Ocak ayında yazdığı bir şiirden alıntı olan bu kısım, okuyucuya bir yoksulluk ihtivası hissettirir. “Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın” sözleriyle devam eder.
Yine tarihe ve İslam inancına dikkat çektiği bu sözünde, bilinçlenmenin zaman içinde olacağından söz etmiştir. Geçmişini, nereden geldiğini öğrenenler uyanacaktır.
mükemmel